Pandemi dönemi, tüm dünyada büyük bir şoka yol açarak devletlerin var olan yönetim modellerini ciddi şekilde sorgulamalarına neden oldu. Virüsle mücadelede geliştirilmek istenen çözümler başarısız olurken, aslında bu durum geleneksel Kıt’a Avrupası ve Anglo-Amerikan yönetim yaklaşımlarının işlevselliğini yitirdiğini açıkça ortaya koydu. Değişen ve hızla gelişen dünyanın gereksinimlerine cevap veremeyen bu yaklaşımlar, artık sürdürülemez hale gelmişti. Bunun sonucunda, küresel düzlemde yeni bir çağın başlangıcıyla birlikte toplumsal, ekonomik ve politik yapıların köklü bir dönüşüm sürecine girdiği görüldü.
Ancak bu geçiş sürecinin tamamlanmasının ve yeni çağın resmi olarak 2025 yılının üçüncü çeyreğinde başlamasının öngörülmesine rağmen, devletler hala eski yönetim modellerine tutunmaya devam ediyor. Yeni çağın gerektirdiği yenilikçi vizyonu benimseyemeyen hükümetler, küresel ölçekte krizler, yönetim zafiyetleri ve kaotik bir ortam yaratıyor. Bunun temelinde stratejik bir hata yatıyor: devletler, içerideki yönetim sistemlerini güçlendirmek yerine, küresel düzlemde kendilerini konumlandırmaya odaklandı. Ancak bu çaba, yeni dönemin yönetim anlayışı henüz oturtulmadan yapıldığı için sonuçsuz kaldı ve dünya adeta başarısız dış politika stratejilerinin bir çöplüğüne dönüştü.
Oysa bu süreçte devletlerin kendi iç dinamiklerine yoğunlaşarak çağın ihtiyaçlarına uygun yönetim sistemlerini ve lider kadrolarını oluşturması gerekiyordu. Çünkü değişim her zaman içeriden başlar ve dışarıya doğru ilerler. Dıştan içe doğru zorlanan değişimler ise başarısızlık ve hatta felaket getirir. Bugün dünya, bu tür başarısız dış politika stratejilerinin etkileriyle mücadele etmek zorunda kalıyor.
Devletlerin yeni çağın vizyonunu anlamakta başarısız olmaları, geleneksel yaklaşımlara bağımlılıklarını sürdürmelerine yol açtı. Oysaki yenilikçi ve vizyoner bir yönetim modeline geçiş, birçok ülkeyi yeni çağın önde gelen süper güçlerinden biri haline getirebilirdi. Ancak hâlâ geç kalınmış değildir; çünkü hiçbir ülke yönetiminde anlamlı bir değişim yaşanmadı ve birçok devlet benzer çıkmazlarda sıkışıp kaldı.
Bu bağlamda Merkez Anadolu Devlet Yönetimi Sistemi, eski paradigmaları terk ederek kalkınmayı ve toplumsal refahı merkezine alan bir yönetim anlayışı sunuyor. Geleneksel merkeziyetçilik ya da adem-i merkeziyetçilik ekseninden uzaklaşan bu sistem, ana yaklaşımını yönetimsel denetim üzerine inşa ediyor. Yönetimsel denetim kavramı sistemde “dördüncü erk” olarak konumlanıyor ve yüksek düzeyde otokontrol sağlayan bir yönetim yapısı öngörülüyor.
Sistem, adını tarih boyunca devlet yönetimlerinin odak noktası olan Anadolu coğrafyasından alıyor. Dinamik yapısıyla statik ilkelerinin ötesinde, dünya üzerinde yaşanan her türlü değişime uyum sağlama kapasitesi sunan esnek bir modele sahip.
Merkez Anadolu Devlet Yönetimi Sisteminin amacı, gelişmeleri pasif şekilde takip eden bir yapı yerine, tüm dünyanın örnek alacağı, öncü bir yönetim modelini hayata geçirmek. Bu da ezber bozan bir vizyonla küresel düzlemde sürdürülebilir başarı sağlayacak yenilikçi politikaların öncüsü olma avantajını beraberinde getiriyor.