Buse Köseer
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. SEVGİ; KANIT DEĞİL, CESARET İSTER

SEVGİ; KANIT DEĞİL, CESARET İSTER

featured
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sevgi, insanın kalbine dokunan en saf his… Ama modern çağ, bu safiyeti parçalayıp testlere, kuşkulardan örülmüş duvarlara mahkûm ediyor. İlişkilerde, dostluklarda, hatta kendimize karşı bile sevgi artık bir imtihan gibi yaşanıyor. Oysa sevgi, sorguya çekilmek için değil; kendini bırakmak, teslim olmak için vardır. Kanıt istemez, güven ister.

Ali ve Zeynep… Seans odasına girdiklerinde ikisi de dışarıdan bakıldığında kusursuz görünen bir tablonun parçalarıydı. Adam, iş dünyasında bir yıldız; kadın, ödülleriyle anılan bir doktor. Ama başarı her zaman güven getirmez. Ali, hayatı boyunca sevgiyi koşullar üzerinden görmüştü. Her bağın altında görünmez bir karşılık vardı. Sevgi bile onun için bir anlaşma, imzası atılmış bir kontrattı. Ve o yüzden, Zeynep’in sevgisini sürekli sınamak zorunda hissediyordu.

Bir gün Zeynep, gözleri buğulu, titreyen sesiyle bir olayı anlattı. Birlikte alışverişe çıkmışlardı. Cüzdanını evde unuttuğunu fark ettiğinde hafifçe gülümseyip Ali’ye bakmıştı. Ali’nin dudaklarında ise alaycı bir kıvrım belirdi. Elindeki kredi kartını kadının önüne sertçe fırlattı. O an mağazanın gürültüsü sustu; yere düşen kartın sesi, Zeynep’in içinde bir şeyleri kırdı.

O kart, sadece parayı değil, kalbinin üstüne fırlatılmıştı. Zeynep’in gözlerinden süzülen yaşlar, kartın sert düşüşünden daha ağırdı. O an sevgi değil, korku konuşuyordu.

Ali’nin içinde masum bir soru vardı aslında: “Yanımda gerçekten ben olduğum için mi, yoksa maddi güven için mi duruyorsun?” Bu korku anlaşılırdı. Ama soruyu soruş biçimi, sevgiyi test etmek için seçilen yol, ilişkinin damarlarında ince çatlaklar açıyordu. Sevgi, her sınavda biraz daha kan kaybediyordu.

Ayşe ve Murat… Yılların yükünü, acısını, neşesini birlikte taşımış bir çift. İlk seanslarına geldiklerinde yorgun ama birbirine bağlı görünüyorlardı. Ama Murat’ın içinde eski bir yara vardı; sevgiyi güvenle bırakmasına engel olan derin bir iz. Çocukken annesi onu defalarca terk etmiş, sonra geri dönmüştü. Sevginin hep gitmekle eş anlamlı olduğunu öğrenmişti.

Ayşe, bir gün çaresizce gözlerini yere indirerek söyledi:

“Bazen bana, birden ortadan kaybolacakmışım gibi davranıyor. Onu bırakmayacağımı defalarca söyledim. Ama Murat, sevgimi hep yeniden kanıtlamamı istiyor.”

Murat’ın testleri sessizdi, ama yaralayıcı. Bazen hasta gibi davranır, bazen gecenin bir vakti ansızın ortadan kaybolur, telefonunu kapatır… Ayşe her seferinde endişeyle onu arardı; bulduğunda kalbini, sevgisini, sadakatini bir kez daha kanıtlamak zorunda kalırdı. Murat’ın niyeti kötü değildi. Sadece “Sevgin buradaysa, ben de buradayım” demek istiyordu. Ama her test, sevgiden bir parça eksiltiyordu.

Bu hikâye, sevginin sadece maddi değil, duygusal olarak da nasıl sınandığını fısıldıyordu. İnsan bazen sevilmekten çok, terk edilmeyeceğini bilmek ister. Ama sevgi, sürekli sınandığında güvenli liman olma özelliğini kaybeder; bir savaş alanına dönüşür.

Aslı, seansta gözlerini kaçırarak konuşmaya başladı:

“Bazen bana sanki bir yarıştaymışım gibi hissettiriyor. Bir gün arar, ertesi gün tamamen yok olur. Beni özlüyor mu, yoksa ben özleyeyim diye mi kayboluyor, bilmiyorum.”

Cem, ilişkilerinde hep üstün olan olmak istemişti. Duygular onun için bir satranç tahtasıydı. Bir hamle yapar, sonra karşı hamleyi beklerdi. Sevdiği kadını sürekli gözlemlerdi: “Ben yazmadığımda kaç saat sonra mesaj atacak?”, “Görüşmek istemediğimde o hâlâ çabalayacak mı?”

Aslı her sınavdan geçmeye çalıştıkça yorgun düştü. Çünkü sevmek istemişti; kazanmak ya da kaybetmek değil. Oysa Cem, sevginin içine güç oyunu yerleştirmişti. Her test, bir duvar ördü aralarına. Aslı, artık sarılmak istediğinde bile içinden geçen cümle şuydu:

“Acaba bu da yeni bir test mi?”

Sevgi sınanır mı? 

Belki de bu soru, insanın kendi kalbine düşürdüğü en eski yankıdır. Her test, her şüphe, her “Acaba?” fısıltısı, ruhun derinliklerinden gelen aynı korkuyu taşır: “Sevgi gerçek mi, yoksa bir gün elimden kayıp gidecek mi?”

Freud’un bahsettiği o ince köprü… Sevgiyle güven arasında asılı duran, rüzgârda titreyen narin bir ip. O ip sarsıldığında, sevgi artık bir şarkı değil, kaygının titrek sesi olur. Bowlby’nin dediği gibi; çocukken sevgiyi koşullu gören kalpler, büyüdüğünde hep sınar, hep kanıt ister. Oysa sevgi, bir kağıdın üzerine yazılmış cevap değil; gözünü kapatıp kendini bıraktığın görünmez bir uçurumdur. Fromm’un sözü kulağımıza fısıldar: “Sevgi, almak değil, olmaktır.”

Ama çağ, bu sessiz teslimiyetin üstüne beton döktü. Kapitalizm, sevgiyi bile bir terazinin kefesine koydu. Sosyal medyanın soğuk ışıkları altında, hediyeler, paylaşılan anlar, etiketlenmiş mutluluklar… Hepsi sevginin yerine geçmeye çalışıyor ama geride kalan şey yalnızca gösterinin yankısı. Oysa gerçek sevgi, en çok sessizlikte görünür; iki kalbin birbirine sessizce yaslanışında, söylenmeyen kelimelerde, birinin diğerinin ellerini titremeden tutuşunda.

Sokrates’in “Kendini tanı” dediğinde aslında sevgiyi tanımaktan bahsettiğini düşünmek istiyor insan. Nietzsche’nin uyarısı kulaklarımızda: “Sevgi güçle karıştığında artık sevgi değildir.” Tarih bile aynı hikâyeyi tekrarlar: Krallar eşlerinin sadakatini sınarken, sevgiyi değil, korkuyu büyüttüler. Victor Hugo’nun sesi uzaklardan gelir: “Sevgi korkudan doğmaz; korkudan doğan yalnızca zincirdir.”

Ve şimdi, usulca fısıldayan bir soru kalır geriye: Sevdiğini sınadığında, geçirdiğin şey gerçekten sevgi midir, yoksa kendi yaralarının yankısı mı?

Sevgi sınanmaya değil, korunmaya ihtiyaç duyar. Çünkü her sınav, kalbin üzerine düşen ağır bir gölgedir. Fırlatılan bir kart, sadece bir nesne değildir; sevgisizliğin soğuk yankısıdır. Maddi bir jest değil, insan onurunun sessiz çığlığıdır.

Hayat zaten seni sınar; bir hastalıkla, bir kayıpla, bir gece aniden sessizleşen dünya ile… İşte o sınavlarda sevgi kendi ışığını gösterir. Bizim kurduğumuz yapay testler ise, sevginin damarlarına yavaş yavaş işleyen ince zehirlerdir.

Belki de en büyük cesaret, hiçbir sınav yapmadan teslim olabilmektir. Sevginin ellerine çıplak kalbinle dokunmak… Çünkü sevgi, yalnızca teslim olduğunda özgürleşir.

Eğer gerçekten sevgiyi görmek istiyorsak, önce içimizdeki korkuya bakmalıyız. İçimizde saklanan yaralı çocuğu iyileştirmeden, sınadığımız şey sevgi değil, kendi kaygılarımız olur. Modern çağda bu testlerin gölgesi yalnızca bireyleri değil, toplumun tamamını yaralar. İnsanlar artık sevmekten çok, ölçer; güvenmekten çok, kanıt ister. Herkes sevgiye açtır; ama kalpler, kapılarını korkuyla aralar. Sosyal medyanın parlak vitrinlerinde parlayan yalnızlıklar, bu sınamaların yankısıdır.

Sevgi sınav değil, sığınaktır. Kanıt değil, sessiz bir teslimiyet ister. Ve belki de cevabın saklandığı yer tam da burasıdır: Sevgi, sınanmak için değil, korunmak için vardır. O, kanıtlanmak değil, yaşanmak ister. Ve ancak o zaman gerçek olur.

SEVGİ; KANIT DEĞİL, CESARET İSTER
+ - 0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!