Uyuşturucu Operasyonları: Hukukun Başarısı mı, Algının Yönetimi mi?
Son günlerde kamuoyuna art arda servis edilen uyuşturucu yakalamaları, ister istemez aynı soruyu gündeme getiriyor:
Bu tablo gerçekten etkin bir hukuk mücadelesinin sonucu mu, yoksa toplumsal algıyı başka bir yöne çekme çabasının ürünü mü?
Hukukçu kimliğimle söylemeliyim ki; uyuşturucu ile mücadele, yalnızca koli koli ele geçirilen maddelerle ölçülebilecek bir başarı değildir. Ceza hukukunda asıl başarı, suçun kaynağına, organizasyon yapısına ve finansal ayağına ulaşabilmektir. Aksi hâlde yapılan her operasyon, yalnızca zincirin en zayıf halkasını koparmaktan öteye geçmez.
Uygulamada sıkça karşılaştığımız tablo şudur:
Sokak satıcısı yakalanır, basın bülteni hazırlanır, görüntüler servis edilir. Ancak dosya derinleştirildiğinde, uyuşturucunun arkasındaki gerçek organizatörlere çoğu zaman ulaşılamaz. Soruşturma, birkaç tutuklama ve standart iddianamelerle sınırlı kalır. Oysa TCK ve CMK, bu suç tipleri için çok daha geniş imkânlar sunmaktadır: iletişimin tespiti, mal varlığına el koyma, zincirleme suç ve örgütlü suç hükümleri gibi.
Burada şu soruyu sormak zorundayız:
Eğer gerçekten etkin bir mücadele yürütülüyorsa, neden yıllardır aynı güzergâhlar, aynı yöntemler ve aynı profiller karşımıza çıkıyor?
Hukuk, yalnızca “yakalama”yı değil, sürdürülebilir adaleti hedefler. Bir operasyonun gerçek başarısı; mahkeme salonunda, gerekçeli kararda ve bozma görmeyen hükümlerle ölçülür. Aksi hâlde yapılan her açıklama, hukuki bir kazanımdan çok psikolojik bir rahatlatma işlevi görür.
Toplumun güvenliğe olan ihtiyacı ile toplumun gerçeği bilme hakkı birbirinden ayrılamaz. Uyuşturucu ile mücadele, algı yönetimiyle değil; şeffaf, tutarlı ve hukuka uygun uygulamalarla yürütülmelidir. Aksi hâlde her büyük yakalama haberi, “Gerçekten mi?” sorusunu biraz daha büyütür.
Hukuk sustuğunda, algı konuşur.
Oysa adalet, sessiz ama kalıcı olmalıdır.