Her yaz geldiğinde Anadolu’nun yeşil örtüsü, yani ormanlarımız, alevlere teslim oluyor. Ama dikkatli bir bakış, bu yangınların tesadüflerle açıklanamayacak bir düzeni olduğunu gösteriyor. Sadece ormanlar değil, halkın vicdanı da yanıyor; çünkü yangınların başlaması, bitişi ve ardından yükselen projeler arasında şaşırtıcı bir paralellik var.
Mesela Akdeniz kıyıları… Yazın ortasında çıkan yangınlar, hemen ardından turistik tesislerin onay süreçlerini hızlandırıyor. Geçmişe bakarsanız, 2021’de Marmaris’te yanan alanlardan geriye sadece külleri kaldı; iki yıl sonra aynı yerde yeni oteller yükselmeye başladı. Aynı senaryo 2022’de Manavgat’ta tekrarlandı; alevler köyleri, yaylaları yok ederken, yanmış arazilerin tapuları hızla el değiştirdi ve yatırım projeleri gündeme geldi. Bu, rastlantı olabilir mi?
Ege kıyılarında ise yangınlar daha sistematik bir şekilde planlanmış gibi görünüyor. Didim, Bodrum, Muğla’nın belirli noktaları… Yanan alanların çoğu yüksek rant potansiyeli taşıyan turizm bölgeleri. Soru şu: Yangınlar gerçekten doğal mı, yoksa yüksek kâr sağlayacak bölgelerin “yenilenmesi” mi hedefleniyor?
Yangın söndürme sürecindeki aksaklıklar ise dikkat çekici. Helikopterler geç geliyor, yangın söndürme araçları yetersiz. Oysa birkaç kilometre ötede yeni inşaat projeleri, imar izinleri hızla onaylanıyor. Bir yer yanarken, başka bir yer “korunuyor”; bu dengesizlik, halkın aklında soru işaretleri bırakıyor.
Halk her yangında devlete güvenmek istiyor, ama çıkan raporlar yüzeysel, sorumlular sorulmuyor. Yetkililer açıklama yapıyor; “kontrol altına alındı” diyorlar ama kül yığınları hâlâ sıcak, ağaçlar hâlâ yanıyor. Öyleyse bu yangınlar, yalnızca doğal afet değil; ihmal, yanlış yönetim ve belki de planlı müdahalelerin bir kombinasyonu.
Dahası, yangın bölgelerinin ardından yükselen projeler sadece otel veya villa değil; yeni yollar, yeni tesisler, kâr odaklı yatırımlar… Ve bu yatırımların çoğu, devletin onayıyla, “kalkınma” adı altında hızla hayata geçiriliyor. Halkın gözünde bu, garip bir döngü: Alevler ormanı yok ediyor, projelerse aynı alanı yükseltiyor.
Doğa sessiz bir uyarı veriyor; ağaçlar, hayvanlar, yeşil örtü… Ama alevlerin ardından sessizlik daha yüksek sesle konuşuyor: Kimin için yanıyor bu ormanlar, hangi çıkar uğruna? Sorular cevapsız kalıyor, çünkü gerçekler fazla rahatsız edici. Ve biz, külleri üzerinden yürüyerek, yanmış ormanların yerine yükselen beton bloklara bakıyoruz.
Her yangın sadece bir doğal afet değil, aynı zamanda halkın vicdanını test eden bir sınav. İktidarın politikaları, ihmalin örtüsü, yatırımların hızlı yükselişi… Hepsi birbirine bağlı bir tablo çiziyor. Orman yanıyor, ağaçlar ölüyor, halk soru soruyor; ama cevaplar dumanla birlikte kayboluyor.
Ve şu soruyu sormadan edemiyorsunuz: Yangınlar rastlantı mı, yoksa planlı bir dönüşümün sessiz aracı mı? Cevap ne olursa olsun, bir şey kesin: Bu küllerin üzerinde, sadece ağaçlar değil, halkın güveni de yanıyor tabi artık öyle bir güven kaldıysa.