Yönetim bilimi, dünyadaki en eski bilimlerden biridir. İlk çağlarda insan yönetimi ile başlayan bu disiplin, zamanla devlet yönetimine evrilmiş ve dünyanın kaderini belirleyen önemli bir alan haline gelmiştir. Aynı zamanda birçok bilimin de doğmasına öncülük etmiştir.
Bu bağlamda, Türk dünyası yönetim tarihi oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Ancak Türk yönetim tarihi, toplumla o kadar kopuk bir ilişkiye sahiptir ki, çok eski dönemler bir yana, yakın tarih bile yanlış anlamalar ve kutuplaşmalara yol açmıştır.
Bu kutuplaşmalar rastgele bir durum değildir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından verilen Kurtuluş Savaşı, dünya tarihi açısından etkisi süren önemli bir dönüm noktasıdır. Tüm milletlerin ortak görüşü, Türklerin askeri olarak yenilmesi zor bir savaşçı millet olduğudur. Bu sonuç, mücadelenin yönünün değiştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Türklerin belirli aralıklarla kontrol altında tutulması, Churchill’in “büyürse budayın, solarsa sulayın” sözüyle ifade edilen bir yaklaşım doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu süreçte, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte aktarılması gereken insani mirasın engellenmesi hedeflenmiştir. Böylece Cumhuriyet, geçmişin bilgi, deneyim ve yeteneklerinden yoksun kalmıştır. Bu boşluk, yabancı ülkelerin etkisiyle doldurulmuş ve genç Cumhuriyet, Atatürk dönemi sonrasında yabancı menşeli bir vesayet altında yönetilmeye başlanmıştır. Bu vesayet, toplumun bir bütün olmasını engelleyen unsurlar yaratmıştır. Din, Kemalizm ve siyasi görüşler gibi argümanlar, toplumu kutuplaştırmak ve iç çatışmalara yol açmak amacıyla kullanılmıştır.
Kemalizm, Atatürk’ün Türkler için belirlediği vizyonun çarpıtılmasıyla ortaya çıkan bir düşünce akımıdır. Atatürkçülük kavramı, bu çarpıtılmış Kemalizm ile yer değiştirmiş ve gerçek Atatürkçülük silinerek yerine yanlış bilgilerle oluşturulmuş bir vizyon konulmuştur. Bu değişim, toplumda hissedilmeden gerçekleştirilmiş ve Atatürkçülük kavramı unutulmaya yüz tutmuştur. Kemalizm, toplumun bazı kesimlerinin hassasiyetlerini ihlal eden ve bir kesimi yüceltmek amacıyla ortaya atılmış gibi gösterilen bir düşünce haline gelmiştir. Bu durum, toplumun farklı kesimlerini ayrıştırmıştır. Artık gerçek Atatürkçülük unutulmuş, yerine içeriği belirsiz olan Kemalizm toplumda bilinir hale gelmiştir. Bir kesim, içeriğini bilmeden sadece ismi nedeniyle Kemalizm’i savunurken, diğer kesim bu düşünceyi yıkılması gereken bir ideoloji olarak görmektedir.
Atatürkçülük, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisidir ve amacı, Türkiye’yi çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaktır. Ancak Kemalizm, Atatürkçülüğü putlaştırarak özünden uzaklaştırmış ve olmayan şeyleri Atatürkçülükle ikame eden bir söylem haline gelmiştir. Kemalizm, Atatürkçülük kavramının içinin boşaltılması ve özden uzaklaşarak eskiyi çağrıştıran bir tanım ile yeni bir ideolojinin oluşturulmasıdır. Bu dönemdeki Kemalizm kavramı, kurtuluş dönemindeki yabancıların tanımladığı “Kamalizm” ile benzer bir içeriği işaret etmektedir.
Dünya genelinde dengelerin bozulduğu ve yeni bir düzenin oluşmaya çalıştığı günümüzde, Türkiye ikinci yüzyılına adım atarken bir İstikbal Savaşı vermektedir. Bu savaşta, toplumu sanal ve yapay gündemlerle bölen unsurların ortadan kaldırılması en önemli konu olmalıdır. Churchill’in vasiyetinin artık geçerliliğini yitirmesi ve Türkiye’nin yaralı bir ülke olmaktan çıkarılarak, dünyada denge unsuru olacak yeni bir Türkiye tanımlanması, tüm dünya ve ülkeler için faydalı olacaktır.