Türkiye’nin kitap okuma oranları, ülkenin entelektüel derinliğini ve toplumsal muhakeme yeteneğini tehdit eden, kronik bir ulusal krize işaret ediyor. Bu durum, sadece bireysel bir tercih değil; kalkınmanın, demokrasinin ve geleceğin önündeki en büyük yapısal engel olarak karşımıza çıkıyor. Ulusal bir ‘Zihinsel Seferberlik’ başlatılmadığı sürece, Türkiye’nin geleceği okumayan bir toplumun sessizliğinde erimeye devam edecektir.
Türkiye’de kitap okuma alışkanlığının basit bir hobi ya da boş zaman aktivitesi olarak görülüp hafife alınması, aslında ulusal ilerlememizin önündeki en kritik yapısal engeli maskeliyor. Oysa okumak; eleştirel düşünce, derinlemesine analiz yeteneği ve empati temelli toplumsal vicdanın kurucu unsurudur, bir medeniyetin inşa aracıdır.
TÜİK ve OKUYAY gibi kurumların verileri yıllardır bu alandaki karnemizin Batı ve gelişmiş Asya standartlarının çok altında, kronik bir alarm durumu içinde olduğunu gösteriyor. Evlerimizde bulunan ortalama kitap sayısı, gelişmiş Batı ülkelerinin kırk, hatta elli kat gerisinde. Bilgi birikimini simgeleyen kütüphanelerin yerini, pasif tüketimi teşvik eden dev ekranlı televizyon ünitelerinin alması, bu kültürel iflasın en somut kanıtıdır. Türkiye’de okumak, bir kamuoyu refleksi olmaktan uzakta, marjinal bir eylem haline gelmiştir.
Yüksek Sesli Gerçekler: Sessizliğin Ekonomik ve Sosyal Bedeli
Nüfusun büyük çoğunluğunun ya hiç kitap okumaması ya da bunu düzenli bir alışkanlığa dönüştürememesi, boş zaman aktivitelerinin zirvesindeki edilgen tüketim odaklı televizyon ve sosyal medya kullanımıyla doğrudan ilişkilidir.
Ancak bu sessizlik, sadece kişisel gelişimi sekteye uğratmakla kalmıyor. Ulusal düzeydeki analitik ve muhakeme yeteneğimizin giderek körelmesine, popülist söylemlere karşı toplumsal bağışıklığımızın zayıflamasına zemin hazırlıyor. Okumayan bir toplum, sorunlarını derinlemesine analiz etmeyi, gelişimi talep etmeyi ve yönetimini sorgulamayı sürekli erteleyen bir toplumdur. Düşünsel derinliğini kaybetmiş bir coğrafya, ekonomik ve politik istikrarını da kaybetmeye mahkûmdur.
Krizin Anatomisi: Yapısal Engellerin Kesişimi
Bu derin kültürel krizin kökeninde bireysel tembellikten ziyade, sistemik ve yapısal çatlaklar bulunmaktadır. Krizi tetikleyen üç temel direk şunlardır:
1. Sınav Merkezli Eğitimin Yıkıcı Tuzağı:
Eğitim sistemi, öğrenmeyi sevdirmek yerine, sınav kazanmayı ve mekanik ezberi kutsuyor. Kitaplar, ders materyalleri yığını arasında bir lüks, hatta akademik hedeflere ulaşmada bir zaman kaybı olarak görülüyor. Okul kütüphanelerinin çoğunlukla pasif, gösteri amaçlı ve güncel olmayan koleksiyonlardan ibaret kalması, okulun okuma alışkanlığı kazandırma misyonunu tamamen terk ettiğini gösteriyor. Öğrenci, bilgiyi keşfetmenin entelektüel keyfini değil, sadece ezberlemenin stresini deneyimliyor.
2. Ailenin Sessizliği ve Model Krizi:
Okuma alışkanlığı temelde bir aile geleneği ile başlar. Elinde sürekli akıllı telefon ya da kumanda olan, okuma eylemini görünür kılmayan bir ebeveyn, çocuğuna sağlıklı bir rol model sunamaz. Okumayan bir aile ortamında yetişen birey, kitabı bir temel ihtiyaç ya da entelektüel gıda olarak algılamakta köklü zorluklar yaşar. Aileden gelen bu temel desteğin eksikliği, ne okul ne de toplum tarafından tam olarak telafi edilebilmektedir.
3. Okuma Eylemi Lüksleşiyor: Ekonomik Engel:
Sürekli yükselen kitap fiyatları, okuma eylemini artık doğrudan ekonomik bir lükse dönüştürmüş durumda. Enflasyonist maliyetler karşısında, temel yaşam maliyetleriyle mücadele eden ortalama bir hane için kitap alımı, ertelenen ilk, hatta çoğu zaman iptal edilen tek harcama kalemi haline geliyor. Kültürel erişimin bu denli cüzdana bağlı hale geldiği bir ortamda, ücretsiz ve eşit erişim sağlayacak modern halk kütüphaneleri, ne yazık ki toplumun bu kritik ihtiyacını karşılayacak güçten uzaktır.
Çözüm Yolu: Ulusal Okuma Stratejisi ile Zihinsel Seferberlik
Bu vahim tabloyu tersine çevirmek, sembolik çabalarla mümkün değildir. Sistematik, uzun soluklu ve devlet politikası seviyesinde ele alınacak bir Ulusal Okuma Stratejisine ihtiyacımız var:
Eğitimde Paradigma Değişimi: Okullarda, sınav kaygısından uzak, öğrencilerin kendi seçtikleri kitapları okuyacakları, analiz edip tartışacakları “Kritik Okuma ve Analiz Saatleri” zorunlu bir ders olarak müfredata eklenmelidir. Okul kütüphaneleri, okulun en aktif, teknolojik imkanlara sahip öğrenme ve sosyalleşme merkezleri olarak yeniden tasarlanmalıdır.
Yaşayan Kütüphane Modeli ve Seferberlik: Belediyeler ve Kültür Bakanlığı iş birliğinde, her mahalleye modern, ergonomik, 7/24 erişime açık ve nitelikli personelli “Yaşayan Kütüphane” konseptleri kazandırılmalıdır. Bu yapılar, sadece kitap depolanan pasif mekanlar değil, aktif birer kültür, sanat ve sosyal inovasyon merkezi olarak işlev görmelidir.
Kitabın Stratejik Temel İhtiyaç İlan Edilmesi: Okuma eyleminin bir lüks tüketim kalemi olmaktan çıkarılıp, ulusal kalkınmanın ve kültürel güvenliğin stratejik bir gereksinimi olarak tanımlanması esastır. Nitelikli okuma alışkanlığının toplumsal tabana yayılması amacıyla, kitap üzerindeki mevcut yüksek vergi yükü ve üretim maliyetleri derhal revize edilmeli ve en düşük seviyeye indirilmelidir. Ayrıca, ekonomik bariyerleri ortadan kaldırmak üzere, öğrencilere, öğretmenlere ve sosyo-ekonomik açıdan zorluk çeken hanelere yönelik, düzenli bütçe tahsisatıyla desteklenen, ‘Kitap Kuponu’ veya ‘Kültür Destek Kartı’ gibi doğrudan ve etkili ekonomik teşvik mekanizmalarının ivedilikle uygulamaya konulması bir zorunluluktur.
Erteleme Lüksümüz Kalmadı: Zihinlerimize Yatırım
Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması, sadece betonlaşan altyapı ve ekonomik yatırımlarla değil, en temelde düşünme kapasitesine yapılan kültürel ve entelektüel yatırımla mümkündür. Kitap okumak bir tercih değil, bir milletin geleceğini inşa etme eylemidir.
Bu sessiz kültürel krizi çözmek, bireyden devlete kadar her kademede hepimizin ortak, ertelenemez sorumluluğudur. Türkiye’nin aydınlık yarınları, yalnızca sayfaları açılmış kitaplarda değil, o sayfaların sorgulamayı, empatiyi ve eleştirel düşünceyi tetiklemeye başladığı uyanık zihinlerde gizlidir. Ulusal bilinç ve kalkınma adına, artık erteleme lüksümüz kalmamıştır.
FATMA YILDIZ