Gül Akpınar
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Hiçliğin Kapıları

Hiçliğin Kapıları

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Hiçliğin eşiğinde durduğunda anlarsın: var olmak, bazen hiçbir yere ait olmamayı kabullenmekle başlar.”

Zaman zaman, gün doğmadan önceki o gri aralıkta uyanıyorum. Ne sabaha aitim, ne geceye. Sanki görünmez bir el, beni her şeyin kıyısında tutuyor. Ne tam içindeyim dünyanın, ne de dışında. Ama en çok o aralıkta hissediyorum kendimi; en çıplak, en savunmasız hâlimle.

Uzun zamandır bir yere ait olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışıyorum. Doğduğum ev, yürüdüğüm sokaklar, konuştuğum dil… Hepsi beni ben yapmalıydı, değil mi? Ama hiçbir zaman tam olarak bulamadım kendimi bu çerçevelerde. Bir yere vardığımı sandığımda hep biraz eksik kaldım. İnsanların arasında yürürken bile bir adım gerideydim. Sanki ben yaşamıyor, sadece gözlemliyordum; kendi hayatımın seyircisi gibiydim.

Bu yabancılık çocukken bile vardı. Oyun oynarken bile bir parçan oyunun dışında kalır mı? Benim kalırdı. Gülsem bile içim gülmezdi. Ağlasam da gözümden süzülen yaş değil, kalbimdeki boşluk konuşurdu. Zamanla kabullendim: Kendime sığamayan bir bedende yaşıyordum belki de.

Sonra sessizlik girdi hayatıma. Gürültülerin ortasında yükselen, kimsenin duymadığı bir uğultu gibi… Dış dünya bağırırken içim fısıldıyordu. Ve o fısıltı, her şeyden daha gerçekti. Sessizliğe düşmedim aslında, oraya doğru sürüklendim. Gönüllü bir yalnızlıktı bu; kaçış değil, yüzleşmeydi. Sessizliğin ilk kapısını orada araladım.

“Hiçlik” kelimesiyle ilk defa orada karşılaştım. Önce bir korku sardı içimi. Yok olmak istemedim. Kim ister ki? Ama düşündüm: Zaten var mıydım ki, yok olmaktan bu kadar korkuyordum? Belki de hiç gerçekten var olmamıştım. Belki de üzerime giydirilmiş rolleri varlık sanmıştım: Anne-babanın şekillendirdiği bir karakter, toplumun kalıplarına sığmaya çalışan bir benlik… Ama bunlar “ben” değildi.

Hiçlik beni bu maskelerden soydu. Geriye ne kaldı? Önce hiçbir şey. Sonra ise o hiçbir şeyin içinde gizlenen ben… Görünmez, tutulmaz ama inkâr edilemez bir varlık. Varlığın en çıplak hâli; hiçbir şeye ait olmayan, sadece “olan” hâli. Belki de tam orada, ilk kez nefes almayı öğrendim. Sessizce. Derinden. İçime doğru.

Dalgaların kıyıya vurması gibi geldi içimdeki cevaplar. Her biri bir soru götürdü, bir hakikat getirdi. Bir yaprağın rüzgâra teslimiyeti kadar basit ama büyülüydü bu. O yaprak ne olmak istiyordu ki? Hiçbir şey. Sadece rüzgârla bir bütün oluyordu. Belki ben de öyle olmalıydım. Bütünleşmek için bir şey olmam gerekmiyordu; sadece bırakmam gerekiyordu. Olmayı, akmayı, teslim olmayı…

Evrenin bir parçası olmak kulağa basit gelir. Ama ben o an yalnızca parça değil, bütündüm. Her şey bendeydi, ben de her şeyin içindeydim. Sınırlar bulanıklaştı. Kimliğim, geçmişim, sorularım… hepsi sessizce eridi. Geriye yalnızca saf, yönsüz, etiketsiz bir bilinç kaldı. Ama daha önce hiç olmadığı kadar gerçek.

O ânı unutamam. Çünkü ilk kez “benim dışımda olan” sustu, “içimde olan” konuştu. Ve işte o an, yolculuğum başladı. Hiçliğin kapıları açıldığında, karanlıkla değil, kendimle karşılaştım.

Hiçliğin Kapıları
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.