Gecenin kollarında, içimdeki şehir uyanır.
Yalnızlık, bir gece gökyüzünün sakin ışığı gibidir. Dünya sessize büründüğünde, o ışık seni içindeki bir şehre taşır. Sokakları anılarınla çizilmiş, çatıları hayallerinle örtülü, gölgeleri korkularınla dokunmuş bir şehir. O şehir, sadece sana aittir; ne bir yolcu oraya dokunabilir ne de bir ses orayı bulabilir. Ben bu şehri, bir gece, uykusuzluğun eşiğinde, içimi çeken o derin ve kadim sessizlikle buldum.
O gece, uyku benden kaçıyordu. Şehrin uzak sesleri, bir anlığına sessizliği çiziyordu. Yataktan kalktım, pencerenin pervazına oturdum. Fakat içimdeki o huzursuzluk geçmeyince, kendimi bir battaniyeye sarıp balkona çıktım. Dışarıda, bir sokak lambası geceye yumuşak bir ışık serpiyordu. Gözlerimi kapattım ve içimde bir şehir doğdu. Çocukluğumdan bir anı parladı: Mahallemizin sokağında, bir yaz akşamı, arkadaşlarımla top oynarken. Sokak lambaları yeni yanmış, hava akşam çiçeklerinin kokusuyla dolmuştu. O an, dünya bir rüya gibiydi; sınırsız, sıcak, sadece bana ait. O gece, o rüya içimde yeniden canlandı.
İçimdeki şehir, yalnızlığın en güzel yansımasıdır. Orada her sokak, bir hikâyeyi saklar; kimi neşeli, kimi ağır, ama hepsi senin. O şehirde, kimse seni bir çerçeveye hapsetmez, kimse sana bir yol çizmez. Sadece sen varsın, kendi anılarınla, kendi umutlarınla. O gece, içimdeki şehri gezdim. Bir sokakta, çocukluğumun sevincini duydum; topun yere vuruşu, komşu teyzenin “Eve gel!” sesi. Başka bir sokakta, ilk kaybımın sızısını hissettim; bir dostun gidişi, bir hayalin solması. Ama hepsi, o şehrin bir parçasıydı. Yalnızlık, bu parçaları birleştirmekti; kendi geçmişimi, kendi hayallerimi kucaklamak.
Bir keresinde, bir köy gecesinde, bu hissi yeniden yaşadım. Gökyüzü kapalı ve yıldızlardan mahrumdu, ama yeryüzü ışıklarla doluydu. Uzaktaki köyün evlerindeki yanıp sönen ışıkları seyrettim. Gökyüzü karanlık bir örtü çekmiş olsa da, aşağıdaki o ışıkların her biri sanki bir gelinin eteğindeki inciler gibi ısrarla parıldıyor, karanlığa inat bana göz kırpıyordu. Evimizin balkonunda, bir battaniyeye sarılmış, geceyi dinliyordum. İşte o an, içimdeki şehir yine parladı. Bir meydanda, gençliğimin büyük düşlerini gördüm: yazacağım bir öyküyü, göreceğim uzak yolları… Başka bir köşede ise korkularım bekliyordu: Ya yolumu şaşırırsam, ya düşersem? Ama o şehir hepsini barındırıyordu. Yalnızlık bir yük değil, bir özgürlüktü artık. Kendi renklerimi, kendi gölgelerimi yaratıyordum.
O ilk gece, balkonda, battaniyeme sarılı, bir kâğıt aldım ve yazdım: “İçimdeki şehir, yalnızlığın hediyesi.” O şehir, beni kendimle yüzleştiren bir bahçeydi. Orada, yalın, maskesiz, sadece kendimdim. Bir sokakta, annemin sıcak sesiyle dolu bir sabahı hatırladım; bir diğerinde, bir arkadaşımın kahkahasını. Her anı, o şehrin bir taşına işlenmişti. Yalnızlık, bu taşları örmekti; kendi hikâyemi, kendi ellerimle inşa etmekti.
Kendimle kalmak, bu şehri tanımaktır. Her sessiz an, yalnız başına geçirdiğim her dakika, o sokaklarda bir adım atmaktı. O gece, yatağıma dönerken, içimdeki şehrin şarkısını duydum. Yalnızlık, bir eksiklik değil, bir doluluktu. Kendi hikâyemi, kendi bahçemi buldum. Ve o buluş, beni özgür kılmıştı.