İnsanın varlığı, belki de önce bir sessizlikten doğdu. Ana rahminde, kalp atışlarının ritmi dışında hiçbir sesin olmadığı karanlık bir denizde büyüdük. Orada bizim tek dilimiz, suskunluğumuzdu; tek bağımız, hislerimizdi. Doğduğumuzda ise ilk çığlığımızla sessizliği bozduk dedik. Belki de o andan itibaren hayat, sessizlik ile söz arasında gidip gelen bir denge arayışı haline geldi. Ve bu arayış, asırlardır insanların dilinde şu bilgece ifadeye dönüştü: “Söz gümüşse, sükût altındır.”
Söz, insanoğlunun en güçlü silahı, en zarif sanatı ve en derin yarasıdır. Sözle seviliriz, sözle kırılırız; sözle inşa ederiz, sözle yıkarız. Bir kelime bazen yıllarca unutulmaz, bazen ise hayatımızdaki en karanlık anı aydınlatır. Gümüş gibi parlar; değerli, temiz ve cazip. Ama gümüş, ne kadar parlak olursa olsun, altının ağırlığını ve derinliğini taşımaz. İşte bu noktada devreye sükût girer. Sükût, gümüşün ışıltısına karşı altının dingin ağırlığıdır.
Susmak; çoğu zaman zayıflık gibi algılanır. Oysa suskunluk, içinde derin bir kudret taşır. Sessizlik, düşüncenin olgunlaştığı topraktır. Konuşmadan önce tartmak, tepki vermeden önce anlamak ve bilerek geride durmak… Bunlar, kolay görünen ama zor eylemlerdir. Çünkü insan, kendini ifade etme arzusuyla doludur. İçimizdeki ses, bizi dışımızdaki gürültüye katılmaya iter. Ama gerçek bilgelik, her sesin duyulmak zorunda olmadığını bilmektir.
Bazen sessizlik, sadece kelimelerin yokluğu değil, ruhun kendiyle yaptığı derin bir sohbetin sesidir. İnsan sustuğunda, aslında dünyaya değil, kendi içine konuşur. O anlarda dışarıdan sessiz görünürüz ama içimizde fırtınalar, tartışmalar, kabullenişler yaşarız. Söz, anı aydınlatır; sessizlik ise zamanı genişletir. Söz, bir anın içine sığar; sessizlik, bir ömrün içine yayılır. Belki bu yüzden altın, gümüşten ağırdır: Çünkü değer, çoğu zaman yükle gelir.
Hayat, bize çoğu zaman iki yol sunar: Anında konuşmak ya da derin bir nefes alıp beklemek. Belki haklıyızdır, belki söyleyeceğimiz şey gerçekten doğrudur. Ama bazen haklı olmak yetmez; doğru söz, doğru zamanda söylenmelidir ki gerçekten kıymet bulsun. Zira yanlış zamanda söylenen doğru, tıpkı çiçeğin kış ortasında açması gibi, ömrü kısa ve etkisi sınırlı olur.
Sessizliğin altın oluşu, yalnızca onun nadirliğinde değil; taşıdığı anlamın derinliğindedir. Konuşmak çoğu zaman kolaydır; kelimeler dudaklardan dökülür. Ama susmak, sabır ister; egoyu, öfkeyi, hatta sevgiyi bile beklemeye almayı gerektirir. Ve belki de hayatın en zor sınavı şudur: Söz söylemenin yakıcı cazibesi varken, sessiz kalmanın onurlu ağırlığını taşıyabilmek…
Sükût, yalnızca kelimelerin eksikliği değil; kalbin konuştuğu andır. Sessizlik, gözlerle, jestlerle, küçücük bir tebessümle söylenebilen binlerce kelimenin toplamıdır. Bazen sevgimizi göstermek için destan yazmaya gerek yoktur; uzun bir bakış, saatler süren bir konuşmadan daha derin olabilir. Bazen bir dostun derdini susarak dinlemek, saatler süren nasihatlerden daha şifalıdır.
Ne var ki susmayı anlamak, öğretiyle değil, tecrübeyle gelir. Zamanla öğreniriz ki her tartışmaya girmek bizi büyütmez, her cevap zannedildiği kadar çözüm getirmez. Sessizlik, çoğu zaman en büyük cevaptır. Özellikle de kalbimiz kırıldığında, bazen söylenecek söz bulunmaz; çünkü o an sözler değil, yaralar konuşur. Böyle zamanlarda sessizlik, hem bizi hem karşıdakini incitmekten korur.
Tarih, sessizlikle kazanılan zaferlerle doludur. Büyük liderler, en kritik anlarda konuşmayı geciktirerek düşmanını şaşırtmıştır. Büyük âlimler, bir sorunun cevabını hemen vermek yerine düşünmüş, susmuş ve sonra tek bir cümleyle koca bir ömrün bilgeliğini sunmuştur. Ve büyük aşıklar… Onlar bilir ki, gerçek sevda bazen kelimelere sığmaz. Sükût, iki yürek arasında bir köprüdür.
Bizler, artık gürültünün hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Haberler, bildirimler, sosyal medya… Herkes konuşuyor, herkes yazıyor, herkes anlatıyor. Ama belki de asıl eksik olan şey, dinlemeyi ve susmayı bilmek. Çünkü karşımızdakini duymanın ilk şartı, kendi içimizdeki gürültüyü susturmaktır.
Ve belki de hayatın sırrı şudur: Konuşarak anlaşılırız, susarak anlarız. Söz bizi birbirimize yaklaştırır; sükût ise kalbin derinliklerine bağlar. Gümüş, gözlerimizde parlar; altın ise kalbimizde saklanır.